31 Temmuz 2010 Cumartesi

Dün Türkiyenin bölünmesi için dış çabalardan ve bu olasılığın insanı dehşete düşürdüğünden söz etmiştim.
Bugünkü (31/7/10) tarihli Vatan gazetesinde, 12 Eylül sürecinde Barış Derneği dolayısıyla uzun süre hapis yatmış olan kıymetli Prof. Dr.Gencay Şaylan'ın "yugoslavyaya benzemeyelim" başlığı altında fevkalade gerçekçi, bir okadar da ürkütücü tespitleri var. Lütfen okuyun.

30 Temmuz 2010 Cuma

Günlerdir içimde nedenini çözemediğim bir sıkıntı vardı. Dün gece bunun bir sıkıntı değil, bir ürküntü olduğunu ve neden ürktüğümü anladım.
Birincisi, alıştığımız seküler yaşam tarzımızın değişebileceği düşüncesi beni ürkütüyor. 70'ine merdiven dayamış ve pek az borcu kalmış biri olan benim için korkunç olmasada, torunumu, oğlumu, gelinimi düşünüp ürküyorum. Benden yaşça epey küçük kardeşimi ve onun ailesini düşünüp ürküyorum.
Yine aynı nedenlerle İnegöl ve Dörtyol olaylarından sonra, Türkiyenin bölünme ihtimali beni dehşete düşürüyor. Hernekadar sevmesem de Bakanın hakkı var bir parmak var. Ama o parmak içte değil dışta. Tee '70'lerde Amerikan NSA'sinin hükümetine tavsiyelerine uygun. Kabul edelimki Türkiye son 30 yılda her yönde çok yol aldı. Artık kendini tamamen milletlerarası ianelere muhtaç hissetmeden yürüyor. Ayrıca dış güçler açısından çok rahatsız edici birşeyde, sanayi kendi ayakları üzerinde büyük gelişme gösteriyor. Özelliklede harp sanayii. Yabancı güçler hiçbir şekilde Ortadoğuda BATIYA DÖNÜK, her bakımdan kendine yeten otonom bir lider Türkiye istemezler. İşte iki korkumum sebebi budur.

27 Temmuz 2010 Salı

Birkaç gündür samimiyetle düşünüyorum, acaba Başka bir iktidar, mesela CHP bu şekilde bir referandum yapsaydı oyum ne olurdu? Kararım hayır olurdu. Tabiidirki ihtilal anayasasının başta YÖK gibi bazı maddelerinin değişmesi lazımdır. Ama yalnız bugünkü iktidar değil herhangi bir iktidarın bu kadar kontrol dışı güç sahibi olması, bence doğru değildir. Filozofun dediği gibi, abartırsak doğruyu buluruz. Olmayacak birşey ama, düşününki apo yanlısı bir parti iktidara geldi, ne yapacaksınız?
 Geçtiğimiz hafta sonu Zeyno, Filiz, AliSinan ile Fulyaya yazlığa gittik.Çok keyifli idi. Kusura bakmasınlar ama, onlar bir akşamlık Cundaya gidip Zeyno bize kalınca, deniz, güneş, çimen harikaydı. Zeyno denizde bir alem. Onu elimde yüzdürüp havaya atıp, göğsüne kadar suya girince tuttuğumda attığı kahkahalara denizdeki herkes bayıldı.
Keyifli zaman çabuk geçer; üç gün çok çabuk geçti. Önce Fulyaya veda, bir burukluk. Sonra torun ve çocukların eve bırakışı üzerine tuz biber.
Tanıyanlar bilir, yalnızlığı severim. Ama bu defa ev pek hüzünlü ve soğuk geldi.
Yattım öylece.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Sevgili Ertuğrul Özkök beni mahcubetti. Bugünkü yazısı çok güzel. Bugün okuduğum kadarıyla, ordumuzu o hale getirdikki, şehitler konusunda resmi açıklamayı, bir hata olmasın endişesiyle medyadan saatler sonra yapıyor.
Ben çok üzülüyorum, ordumuzu yıpratmak için elimizden geleni yapıyoruz. Bunda komuta kademesinin basiretsizliği yokmu, var. Ama deniyorki, dünyadada hiç bir Genel Kurmay Başkanı bu kadar konuşmuyor.(keşke konuşmasa) ama dünyada hangi ülkede medyada silahlı kuvvetler bu kadar konuşuluyorki.
Yeter bu sonu gelmeyecek sıkıntılardan. Akşam üzeri Tanya aradı, Aliş uyurken baktık size çok benziyor dedi ve resmini gönderdi. benzetme kabiliyetim olmadığı için anlayamadım ama Fulya zaten son gördüğünde söylemişti.
Yani, zeyno, Aliş zevkleri varken, ve bu yaşta hala yarım yamalak yaşamayı becerebiliyorsam s......m bu dünyayı.

20 Temmuz 2010 Salı

Unuttuğum önemli bir şeyden kısaca bahsetmeden gecemeyeceğim; sigara yasağı cıktığında bu içki yasağınında başlangıcı diyenlere paranoyak diyordum. Ama Başbakanın son sözleri benim paranoyak dediklerimi haklı beni aptal iyimser durumuna düşürdü.

Ivır zıvır

Bugün havayı görünce yanıma ikinci bir T-shirt alıp kulübe gittim. Şiddetli yağmur başlayınca hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Oyağmurun altında boş korta girip hareketsiz durdum. İnanılmaz güzeldi.(refreshing diyecektim ama karşılığını bulamadım).
Eve dönüp mail'ime baktığımda genç tenis arkadaşlarıdan gelen ve bana uygun bir mail gördüm;
  THE PROJECT OF THE DAY AT THE HOME FOR THE AGED WAS
  "TRY TO CREATE SOMETHING FROM MEMORY"
Yani, yaşlılar evinde günün projesi, hayaliniz/hatıralarınızdan birşey yaratmaya çalışın.
 Lütfen deneyin yaş mühim değil, becerebiliyorsanız çok keyifli.
Çok sevdiğim! Ertuğrul Özkök son peki biz onları istiyormuyuz yazısından sonra, birazda Serdar Turgut'un gazıyla gurme yazılarına döndü. Bodrumda çok önemli bir misafirini ağırlamış ve on gün boyunca Türk şarabı içirmiş.Bu ismi meçhul önemli kişide çok memnun kalmış. Ben rakıyı pek sevmediğim için tam 49 senedir Türk şarabından memnunum. Bilen bilir epey bulunduğum yurt dışındada misafiri olduğum amatör uzmanlar bana şarap içirdiler.
Ciddileşelim, asker bir aileden geldiğim için askere toz kondurmam. Ama okuduklarım doğruysaki doğruya benziyor el insaf.
2007 de asker PKK'lıları Heron vasıtasıyla kıstırmış, ağır zayiat verdiriyor. Bu arada bir üsteğmen yarbayına, kendi adamlarım zayiat veriyor ya koordinatları değiştirin yada Heronu düşürün mesajı veriyor.
Ben bunu kabul edemem. Böyle bir ihanet ihtimali San Marino ordusunu bile ayağa kaldırır. Ama bizim Genelkurmay eveliyor geveliyor, ve anlaşılıyorki soruşturma 2007'denberi devam ediyor.Ne diyeyim pes!
Bugünü güzel bir cümleyle bitirelim;
Edep en iyi edepsizden öğrenilir.(Ahmet Hakanın yazısından.)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Artık bende okunuyorum

Dün biraz hissi biraz ailevi birşeyler yazınca, zaten 3kişiden oluşan okurlardan 5yorum aldım. Demekki biraz sitemkar, biraz yaşlılığı öne çıkaran yazılar revaçta.
O yazımda Fulyanın yorumunda değindiği gibi söz konusu unutmak değildi. Öyle olsa kabristanlardan çıkmamak lazım benim kastim ritüellerin değişmesi ve bizim yaş grubumuzun bazan bunları düşünmesi idi.
Dikkat ederseniz sırada kardeşimi atlamıştım zira o bana kendi inanışını açıklamış ve tamamen hak vermiştim.
Ama hoşuma gitti. Yapacakta bir şey yok, sülaleyi anlatayım.
Annem Babam uzaktan akraba. İkiside Malatyadan ve Hasan Paşa sülalesinden geliyorlar. Anne tarafım coğunlukla akademisyen. Dedem, (Annemin büyük babası) Ord. Prof. Ethem Akif Battalgazi (kökler Battalgaziye dayanıyor) modern Türk adli tıp kurucularından. Kızlarından, annemin teyzesi Fahire Battalgazi Ank. Ü. proflarından. Anneanem (sevgilim) Bedia Battalgazi Türkiyenin ilk kadın gazetecilerinden.
Baba tarafım, Babam Amcam hariç hepten asker. Dedem 18 Mart Çanakkale komutanı, sonra ilk TBMM'de Malatya milletvekili Org. Cevat Çobanlı. Büyükbabam, sayesinde adıma Çorluda stadyum olan Org. Hasan Basri Saran.
Sonra bizler; iyi hayat yaşayan, kültürlü, sevilen, sayılan insanlar. Ama ben,  belkide şartlar değişik olduğundan, onlar gibi olamamanın ezikliğini yaşamıyorum değil.
Neyse, yeni nesle sitem gibi olacak ama biz bunları biliyor ve zaman zaman hatırlıyoruz. Onlar bunları bilmeyecek bile. Sakın anlatan olmayacak demeyin, modern dünyada internettde merak edene hepsi fazlasıyla var.

18 Temmuz 2010 Pazar

Ramazan yaklaşırken

Modern ama dinine bağlı bir aileden geliyorum. Ailede Bayramlar çok önemli idi Sülalenin en yaşlıları olmasalarda, aile bayramın ilk gecesi annemlerde yemek yerdi. Onlardan sonra bir süre bizde yendi ve zamanla oda bitti, iş tipik el öpmelere döndü. Bizim için ozamanlar en önemli şey Bayramın birinci sabahı kabristan ziyaretleri idi. Birkaç yıldır bu ziyaretlerin gidişini 1950'lerin önemli filmi, kumsalda (On the beach)'e benzetiyorum. Yaşı yetişmemiş olanlar için, konu, atom savaşı sonrası hayat tek Avusturalyada devam etmektedir. Ama Öldürücü nüklear bulutlar orayada yaklaşmaktadır. Sydneyin herkesin toplandığı plajı gösterilir ve zamanla tenhalaşan plajda, kimse kalmaz ve film biter. Bizdede, ben küçükken, kabristana amcam babam yeğenim Doğan ve ben giderdik,(anneciğimin dili tutulduğu için gelmezdi). Sonra, babam kardeşim ben, sonra ben kardeşim oğlum. Genelde oğlum beni Arife arar ve baba sabah seni şu saatte alacağım derdi. Bir arife aramadı ve kabristanlara ogün bugün yalnız gidiyorum.
 Herhalde kabristan benden sonra kimsesiz kumsal olacak.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Son 5 gündür, hayat yine pek monoton geçiyor. Bu defa alt baldırımda tıbbi ismini bir türlü ezberleyemediğim bir adale kılıfını yırtmışım. Bu defa 15-20 gün istirahat diyorlar. Hal böyle olunca hayat kulüpte hasetle tenis seyretmek ve yarım asırlık arkadaşım Tayfur ile laflayarak geçiyor. O bile eksik! İkimizede içki kısıtlanınca, şöyle iki üç kadehden de mahrum olduk. Önümüzde iki fincan çay ve kuru pasta ile ileri yaşlı hanımlara benziyoruz.
Kardeşim de yazdığı kadarıyla ,biraz halsiz. Ama radyo tvdeki konuşmalar sinirini ayağa kaldırmış. Sonuna kadar haklıdır. Eğer birinci sınıf vurdumduymaz değilseniz tersi mümkün değil.
Ben şöyle çareler öneriyorum;
  Sabah gazete başlıklarında hayati önemde birşey yoksa derhal spor ve magazin sayfalarına geçin. Osayfalardaki absurdlük ve komedi sizin belirli süre düşünmenizi sağlayacak vedüşündükçe güleceksiniz.
  Televizyonda zinhar haberler, açık oturum veya siyasi ropörtaj izlemeyeceksiniz. Zaten çok önemli bir şey olursa alt yazı geçiyorlar. Bunun yerine National Geographic veya History Channel vs. gibi kanallar izleyebilirsiniz.
  Ama eğlenmek istiyorsanız, ve Digitürkünüz varsa şu dizileri tavsiye ederim;
              According to Jim
              Everybody loves Raymond
              Arliss
              The king of Queens
              30 Rock 74
 Bu diziler size gerçekten iyi vakit geçirtecektir
Eğer çok eğlendiniz, biraz karamsar düşünmek istiyorsanız, adını hatırlamadığım, Nazilerin savaşı kazanmış olması fantazisi üzerine kurulu bir film var izleyin ve düşünün.            

            

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Akşam çok sevdiğim ve hala nekadar halk kahramanı ve annelerinin öçü ile başlayan Frank ve Jesse James olarak düşünsem bile haydutlukları inkar edilemeyeceklerin çok iyi bir versiyonunu seyrediyordumReklam arasında zaplarken bir kanalda haberlere denk geldim. Kılıçlaroğlu partililerine Ramazan sonuna kadar içkiden uzak durun demiş... Eğer söylem doğruysa vah. Yani CHP'liler içki içmemek için ikazamı ihtiyaç duyuyorlar? Ramazanda içmeyin, Camilere, dualara gidin,buralarda meydanı AKP'ye bırakmayın. Bumudur reformistlik? Bu bana zaten AKP'nin temeli olan sistemden faydalanmaya çalışmak gibi geliyor.
Ben hala Erdal İnönü gibi özü sözü bir, kimsenin vesayeti altında olmayan ve halkı ateşleyen bir Atatürkçü lider arıyorum. Bu arada CHP'nin henüz yapamadığı vesayetten kurtulma hamlesini son genel kurulunda yaptığı için SP ve Sn. Numan Kurtulmuşu da kutluyorum.

Yine sporsuz bir on gün!

Alttan ittirmeli
üstten tüttürmeli
çoklu götürgeç
götürsün TDK'yı

Bu bir haber başlığı. Ben Türk Dil Kurumu'nun bazı abukluklarını '70'lerden hatırlıyorum. Mesela hostes yerine gök konuksal avrat hala aklımdan çıkmaz. Ama dün, bugün gazetelerde okuduğum yeni kelimeler tüy dikti. Yukarıdaki kelimenin bizim bildiğimiz manası tren. Ne kadar öz ve kısa değil mi? Bakın okuduğum birkaç yeni kelimeyi yazayımki , Türkçeyi düzgün konuşun.
Aspiratör=Emmeç
Raket=Vuraç
Türbulans=Burgaç
















Duayen=Aksakal (Yani duayen dişi olamıyor veya sakallı olması lazım)
Banliyö=Yörekent
Ben Türkçenin  Türkçe konuşulması taraftarıyım. Yeni neslin yarı Türkçe yarı yabancı kelimelerle     konuşmasına karşıyım. Zira bize ortaokul dil dersinde öğretilen konuştuğun lisanı konuş, iki lisanı karıştırarak konuşma idi.
Son olarak yine okuduğum bir cümleyi yazıyorum, bakalım ne diyeceksiniz.
 "Son görümsetmemi bir kenar yörekentindeçektik. Aksakal yönetmenimiz bazı sahnelerde oklama ve emmeç kullandı".
Şimdi bunumu daha çok anlıyoruz yarı Türkçeyimi, yorumu size bırakıyorum.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Dün akşam dünya kupası finalini seyrettim. Futbol oynayan bir takımla, sertlik ve yıldırma taktiği almış iki takımın mücadelesi idi. Takdiri ilahiye bir daha inandım. Her şeye, hatta en golcü futbolcusunun hasbelkader iki pozisyonuna rağmen futbol oynayanlar kazandı.

Bu sabah şöyle gazetelere bakınca gördümki keyifli bir haftaya başlamak yine zor. Referandumdan başka hiçbir şey konuşulmuyor.
Hatırlayalım; 12 Eylül Anayasasına her kesimden 17 milyonun üstünde vatandaş evet demişti. Bunların bir kısmı dökülen kanın durması için, bir kısmı askerden korkudan ( ki o zaman romandaki gibi büyük birader görüyor tarzı dinleme gözleme teknikleri gelişmemişti) son kısmıda sol karşıtı olduğu için evet oyu kullanmıştı.Ama o gün hayır oyu veren 1.6 milyonun büyük çoğunluğu sol tandanslıydı. Şimdi, benim anlayamadığım, o anayasaya evet diyenlerin şimdi niye evet dedikleri anayasayı değiştirmek içi oy vereceği?
Anlayamadığım birşey daha; değişiklik iktidara yargı üzerindede büyük yetki veriyor. Peki şayet seçimde başka bir parti veya bir koalisyon bu yetkilere sahip olup olası dokunulmazlıkları kaldırır ve yargı kontrolu ile çeşitli işlemler yapar ise ne olacak?
İşte beni korkutan bu. Hakkında bir dolu dosya olanlar bu anayasa değişikliği için bastırıyorsa demekki seçimi garantiye almışlar demektir.
Sakın yanlış anlaşılmasın, ben politik bir insan değilim. Bunlar sadece bir gözlem.
AK partinin doğrularını gözardı etmiyorum. Bende Ortadoğuda Türkiye ile Amerika ve İsrailin çıkarlarının ergeç çatışacağına inanıyorum. Bu konuda milletlerarası terbiye dahilinde çıkışlar yapılması gereklidir. Ancak Talabaniyi başkan yaparak, Amerikanın çıkarları doğrultusunda bölgede hakim kılmaya çalıştığı, Osmanlıdan beri Türk düşmanı Barzaninin Türkiyede karşılanış ve ağırlanış şekli içimi acıtıyor.

En sonunda yaz geldi. havalar bu hafta 30'ların üzerine çıkacakmış. Yaz da gelemedi derken sıcaktan şikayet etmemiz yakındır. Ee 28 sene önce %90 üzeri oy verdiğimiz anayasaya hayır diyebileceğimiz gibi.

Hadi iyi geceler.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Maçı seyrettim, yorumlara cevap yazdım ama hala uyku yok.

Bahsetmedim ama tandon sıkıntım geçti ve geçen P.tesinden beri tenis oynayabiliyorum. dolayısıyla keyfim yerinde. Ancak, dünya kupası bittiği ve ben gece çıkmalarını sevmediğim için basketbol dünya şampiyonası başlayıncaya kadarki gece programım şu; klasik komedi filmleri.
Önce Peter Sellers ile başlayacağım. Party, A shot in the dark, Pink panther serisi ve tam komedi olmasada en önemli filmi; Chauncy Gardiner. Daha sonra, isterseniz biraz köylü işi deyin ama yatişmemde amerikan köylü öğretmenlerin rolü var, Burt Reynolds ve Smokey and the Bandid serisi.

Bu arada aklıma gelmişken, Yahudilerin Padişah Abdülhamit döneminde Filistin karşılığı Osmanlıya borçlarını ödemeyi teklif ettiğini ve bu konuda Barzani ailesinin Ermenilerle birlikte karşı hareket ettiğini biliyormuydunuz?
Ne alaka değil mi.

Yorumlara cevap

Sevgili Fulya yorumlara nasıl cevap yazacağımı öğretmediği için, cevaplarım kısaca aşağıda:

Fulyacığım, benden beklenmez ama o müziğe rağmen tekte kaldım.
Ersinciğim, viski sevdiğin için, Bourbon olmasada sana bir iskoç soğuk algınlığı tarifim var. tarifin adı"toddy" çok basit, whisky, kaynar su ve biraz şeker. Alıp yatağa giderken, şapkanıda ayak ucuna koyup, çift görünceye kadar içeceksin. Birşeyin kalmaz.
Sevgiler.
Dün akşam erken saatlerde pesto sos çiğ krem üzeri parmesanlı bir tortelini yedikten sonra, yine eskileri yadetmek için long play'leri karıştırıp dinlemeye karar verdim. Tabii yandaşı içki olmadan bir şeye benzemeyeceği için, izin verilen ve oğul ile gelinimizin getirdiği özel viskiden bir kadeh koydum. Dinlemek için 14-15 tane ayırmama rağmen, kadehe bütün gayretime rağmen 5 LP eşlik edebildi . Ama, Crusaders'in B.B King ile kraliyet filarmoni orkestrasıyla başlayıp, Paul Williams, Gordon Lightfoot, Ramsey Lewis trio ile devamla Stanley Turrentine finali değdi doğrusu.

Sabahleyin kardeşimin bloglarına bakarken, Hürriyette yayınlanan şarap ek inden bahisle benimde özellikle şahit olduğumda nefret ettiğim şarap görgüsüzlüğünden bahsetmiş. Son zamanlarda çok ünlü bir şarap uzmanı iyi şarap muhakkak pahalı olan değildir dediğinden beri, artık değişik orta fiyatlı Türk şarabı içmekte ayıp sayılmıyor.

Neyse, konu beni aynı sayılabilecek viski görgüsüzlüğüne getirdi. Şarap kadar çeşitli olmasa da viskininde iyisi, kötüsü, çeşitleri vardır. Çoğu kimse bilmekten ziyade çok içileni iyi diye içiyor.

Çok  gençliğimde bir iskoç barmen tarafından bu konuda fena utandırılmıştım. O duruma bir daha düşmemek için viski konusunda epey kitap okudum, anlatayım;

Viskiyi İskoçların mı yoksa İrlandalıların mı ilk ürettği konusu hala münakaşa konusudur.

Genelde 6-7 değişik viski olmasına karşın genelde bilerek veya bilmeyerek 4 cinsi çok içilmektedir.
Straight Whiskey: Bu viski, fermente edilmiş tahıldan yapılır ve en az iki sene tahta varillerde dinlendirilir. İçimi tok ve koyu renklidir. Tek üreticinin ve çoğunlukla aynı mahsulden elde edilmiştir. 40-55 derece arasındadır.
Blended Whiskey: Bunlar, hacminin en az %20'si tek mahsul gerisi çeşitli üreticilerden alınmış viskilerdir. En tutulanlar, %35/%65 oranlı olanlardır.
Scotch: Sadece İskoçyada üretilir ve ana malzemeleri su, maya ve buğday maltıdır. Çoğu hala klasik tesislerde üretilmektedir. İcimindeki isimsi tat maltın kurutulduğu fırınlarda yakılan "peat" adlı bataklıklarda yetişen bir çalıdır.
Bourbon: Menşei Kentucky'nin Bourbon kasabasıdır. En az %50'si mısır, gerisi diğer tahıllardan üretilir. "sweet mash" ve daha meşhur "sour mash" diye iki fermentasyon şekli vardır.

Viski adı aslen Keltçe "uisgebah"(yanlış yazmış olabilirim) yani hayat suyudur. Acak onca savaş, talan, ve kültür değiş tokuşu sonrası "whiskey olmuştur. Dikkatinizi çekmiştir, "whiskey" her zaman arasında "e" ile hecelenir. Sadece İskoçlar "e" kullanmayıp, "whisky" derler.

Şimdi benim ağız tadıma göre güzel viskiler;
Orta fiyatlılar: Teachers, Tullemore Dew, White Label, Ballantines (aklıma bu kadarı geldi)
Yüksek fiyatlılar:Glen Livet, Macallan, Glen Grant, Talisker, Glen Morangie, Glen Fiddich.

İnsan gurur meselesi yapınca amma lüzumsuz vakit harcıyor, değil mi !!!

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Gece notları

Aslında yine Serdar Turgut yazacaktım ama az önce kardeşimin bloğuna bakarken Tanyanın 8 saat önceki yazı ve resimlerini gördüm. yorum yazmayı denedim ama yine beceremedim. Ne kadar şirin birşey olmuş öyle. Bende tuhaf bir amcayım; Aliş'i iki defa gördüm, bir doğduğunda bir hastayken beni ziyarete geldiğinde.Ama ben böyleyim , hep söylerim, annemlerle altlı üstlü aynı evde otururken bile onları 15-20 gün görmediğim olurdu. Ama severim, uzaktanda olsa severim.  Aliş bana kardeş çocuğundan çok ikinci bir torun olduğuna göre,(aramızda 66 yaş fark var) onu daha sık görmeliyiz.

Lütfen bugünkü Serdar Turgut'u okuyun. Kendisini eskiden olduğu gibi "kültürel marksist" tanıtımıyla, CHP'nin tarih içinde ne için köylüden ve dinden uzaklaşmış gibi göründüğünü ve bundan öncelikle eski DP'nin '50 seçimlerinde nasıl yararlandığını yazmış.
Özetle şöyle; Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk ekonomisi yok gibi. Savaş sonrası ekonomik buhran dolayısıyla dış yardım imkansız.
Yurt içi yaratılabilecek yegane kaynak, dönemin tek üreticisi  ziraat yani köylü.
Bu uğurda köylünün yarattığı değere el konuldu ve yaratılan kaynak büyük yatırım hamlesi için kullanıldı.
Bu ekonomik başarının bedeli olarak bu sömürülme nedenlerini bilemeyen köylü CHP' ye karşı tavır aldı.
Bu halktan uzaklaşma, halkın değerlerindende kopma olarak algılandı.
Halk değerleri denilince ilk akla gelen din olduğundan, CHP ve rejimin dine karşı gibi algılanmasının nedeni ekonomiktir.

Hakikaten, kendide söylediği gibi S:T.' nin az ama öz yazdığı ciddi yazılardan biri.

Dolayısıyla, Kılıçlaroğlu eğer CHP'ye, çok daha önemlisi Türkiyeye hizmet etmek istiyorsa, siperlerde dolaşıp ayakta durarak s.... yarıştırıp siper yüksekliği polemiği yaratacağına halkın beynine yukarıdaki gerçekleri sokmalıdır.

Bu gece yazdıklarım bile moralimi bozmuyor çünkü bugün kulüpte saat 15: 00'te tenis oynayan biri '33 biri '38 doğumlu iki ahbabımla tenis anılarımızı yadettik.
Kendini genç hissetmek kadar güzel birşey olmasa gerek!!!

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Ivır zıvır

Son 7-8 gündür çok meşgulum tembellikle. Evde yalnızım konuşacak kimse yok. Tandon sakatlığı var o nedenle tenis yok. Son kalp problemleri nedeniyle ve birazda Fulyanın gayretiyle içki yasak. dolayısıyla içkiye meze olan müzik tek başına çekilmiyor o da yok. O hale geldimki gazete sayfasını çevirmeye bile üşeniyorum. Bu nedenle şimdi Ajans Press kolay geliyor. Bu arada çoğu köşe yazarlarının isimlerini, okumasam bile tıklayınca kendimce bir mukayese yaptım. Sizde aynı şeyi yapın, bakalım ne kadarı  için aynı fikirdeyiz.
Sabık gen. yayın md.'leri ile başlayayım; ben Ertuğrul Özkök'ü sevmiyorum bana çok yapmacık ve kendini beğenmiş geliyor. Eskiden pahalı şaraplardan başka şarap tanımazdı. Ancak ne zaman makul fiyatlı şaraplar onların tabiriyle "in" oldu, Sevilen, Turasan vs. gibi şaraplar önem kazandı. Ayrıca Hürriyet gazetesinde yıllarca gyy olarak kalmak uğruna Ecevit çizgisinden ne kadar saptığıortada. Devamlı Paris muhabbetleri ve '68 kuşağı da sıktı. Bence artık ihtiyaç kalmadığı ve riskli olduğu için yönetiminde kabuluyla mevkiyi terketti. Zaten artık bazı şeyleri yazmaya korktuğunu tv canlı yayınında kendisi açıkladı.
Yine sabık gyy' lerden Serdar Turgut'a bayılıyorum. Zaten o karakterde birinin gyy olması tuhafıma gitmişti . Ama o zaman bile bir ciddi başyazı ve birde kendini sevdiren ara sayfa yazısı ile tarzını devam ettirmişti. Belkide ST'yi biraz kendime benzettiğimden seviyorum. İçkiyi seven ama markasını reklam etmeyen, karısından hafif çekindiğini alenen beyan eden, eğitimini eski bohem yaşamını abartmayan olması bana biraz beni hatırlatıyor.
Emin Çölaşanı sevmiyorum, çoğu gerçek olsa bile müsamahasız, katı ve incelikten yazıyor. Bekir Çoşkun hem sert hemde esprili muhalif yazılar yazar. Sempatiktir. Ama son zamanlardaki favori politik köşe yazarım, Yılmaz Özdil. Yumuşak, fevkalade esprili, ama nokta atışlı yazılar.
Oral Eğin'i sevmiyorum. Belki biraz önyargı ama tipinide, konuşmasınıda, konuları ele alış şeklinide sevmiyorum. Kanat Atkayanın müzik zevki ve bilgisine bayılıyorum. ayrıca arkadaş muhabbetleride çok hoş.Birde son zamanlarda okuduğum Yiğit Bulut var. Hem siyasi hemde ekonomi yazıyor. Uzun süre AKP'nin yanlışlarını eleştirmesine rağmen, bazı doğrularıda yazması güzel.
Ahmet Hakan hoş. Mahalle değiştirme ve Nişantaşı vatandaşlığını güzel kullanıyor. Ama son zamanlardaki RTE ile ilgili (AKP dışı) yarı açık güzellemeler ilginç.
Ayşe Armanı unuttuğumu zannetmeyin, ama unutmak istiyorum.
Bu kadar.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Ersinciğim, aslında ŞH'nın ne ne anlamda kullanıldığı niye o anlamda kullanıldığı açısından mühim. Ancak daha önemlisi, hem Şirketi Hayriyenin hemde şehir hatlarının özel ticari şirketler olması ve kar amacı gütmeleridir. Yani, eskisi Fransız ağırlıklı bir AŞ , Diğeri Eski Denizcilik Bankasına ait bir şirkettir. Dolayısıyla bugükü firma hernekadar otonom gibi görünsede siyasi güdümlüdür. Ayrıca dediğin gibi ceşitli siyasi uygulamalar ve rant gayeleri ile Türk yolcu gemileri onarılmak yerine hurda edilmiş veya haraç mezat satılmıştır.
Bu yazıyı aslında kabotaj yazına yorum olarak göndermek isterdim ama daha yorum faslını beceremiyorum .
P.S Beni hiç sevmediğim siyasete bulaştırıyorsun. Yapma!!!
Sevgili kardeşim, herhalde bilgisayar özürlü olduğuma senide inandıramamışım.  Tavsiye ettiğin yayınlama işini Fulyaya anlattım, oda durumu farkedip işi hallettiğini söyledi. İkinizde sağolun, artık bende yazdıklarım hakkındaki yorumları okuyabileceğim. Senin bloglarına gelince, tabii hepsini okuyorum ancak daha nasıl yorum yayınlanır faslına gelmediğimden sadece yorumu kendi kendime yapıyorum. Gün gelecek evvelAllah onuda becereceğiz. Geçen gün kitapçıda Eski Göztepe ile ilgili bir kitap gördüm resimlerde vardı. şöyle bakarken dıkkat ettim eski denilen resimlerin çoğu '60'lardan kalma. kitaba baktığımı gören kasiyer hanım "ne güzelmiş eski hali " dedi. Tabii şimdiki halinden daha güzel, ancak dediğin doğru ana babamızdan ilk ağızdan öğrendiklerimizi ve kendi gördüklerimizi(hiç değilse Göztepe ve Kadıköy hk.) anlatmak lazım.
Bu arada eski bloglarınla ilgili şakayla karışık birşey hatırlatayım; genel görünüme uygun olarak ŞH/ Şirketi Hayriye güzel bir benzetme. Ama hatırlatayım, erkek tarafından sülalen şirketin ilk ortaklarından. Neyse umarımki, gidiş bize o günleri bile aratmaz.