30 Ağustos 2010 Pazartesi

Erken bir sabah

Sabah uyku tutmadı, çok erken kalktım. Kahve içip gazeteleri beklerken aklıma ilk yurt dışı seyahatlerim geldi. Rahmetli babam Fransız Compagnie İnternationale des Wagon Lits kısaca Wagon Lits, Türkçesi Yataklı Vagon şirketinde çalışırdı. Bu sebeple ilk yurt dışı seyahatlerim hep trenle olmuştur. Ama oyle kısa yolculuklar değil, 3gece 4günlük yolculuklar. 1950-1955 arasında İstanbul-Beyrut-İstanbul ve İstanbul-Paris-İstanbul seyahatlerim az değildir. İstanbul-Beyrut pek eğlenceli değildi ama cocuk aklımla Paris yolculuklarına bayılırdım. Babam orijinal Orient Express' seçmezdi.( İst-Bükreş-Budapeşte-Viyana-Munih-Paris) Onun yerine adını Alplerdeki uzun tünelden alan Simplon Orient Express'i seçerdi. İst-Sofya-Belgrat-Trieste-Venedik-Milano-Lozan-Paris arasındaki yolda Bulgaristan hariç her sınırda lokomotif ve daha önemlisi vagon-restoran değişirdi.Hayatımda ilk balkan yemeklerini orada tattım. İlk domuz pastırmamı, ricotta soslu spagettimi oralarda yedim. Trieste ve Venediğin tren yolundan görünüşü bambaşkadır. Sonunda Parise gelip Gare de L'est'e indiğinizde bir hüzün çöker, bir heyecan başlar
Belki cocukluk abartısı ama, düşünüyorum da şimdiki en lüks kara yolculuğu o kadar hoş, o kadar mistik olamaz.

29 Ağustos 2010 Pazar

Geçmiş günler

Bugün ABD - Slovenya basket maçını izliyordum. ABD'nin sonradan oyuna giren çok güçlü beyaz 5numarasını zevkle seyrederken birdenbire yorumcu, bu Kevin Love' ı babası çalıştırmış olamaz dedi. Ben hoppala derken, işi açıkladı. Meğer o pivot'un babası Mike Love imiş. Efsane Beach Boys'un kurucularından. Tabii hemen '60'lara gittim. Galiba '61 senesinde üç Wilson kardeş ve kuzenleri Mike Love kurmuştu grubu. Amerikanın gözdeleri oldular hemen. Avrupada çok bilinmeselerde, bir çağ başlattılar. Mıami'yi, surf'ü ve o amerikan genç plaj kültürünün yaratıcısıdır onlar. Bizler içinde yazların vazgeçilmezleri idiler. Onları '61 '70 arası takibettim. Surfin' USA, Why do fools fall in love, Good Wibrations ve özellikle Cotton Fields çok sevdiğim şarkılarıydı. Tavsiye ederim dinleyın. '60'ların bu naive, basit akorlu, ama coşkulu ve içten müziğini deneyin. Bugünkü, adını duyamadığım NTV yorumcusuna bana hatıralarla dolu keyifli bir akşam üzeri geçirttiği için çok teşekkür ederim.

Hafta sonu

Hava iki gün idare eder sıcaklığa düştü ama bugün yine sıkı sıcak,dolayısıyla geç akşamüstüne kadar yaş icabı tenis yok. O saatlerde de basketbol, futbol yayınları var demektir ki bugün evdeyiz.
Böyle olunca da insan zihni o daldan öbürüne konuyor. Otururken aklıma geçen haftalar da manşet olan bir iki konu geldi. Yazayımda insanlar benim gibi mi düşünüyor anlayayım dedim.
Son günlerde sanatçılarda evet/hayır'la ilgili görüşlerini ve reylerinin ne olacağını beyan etmeye başladılar. Ben, Fazıl Say hariç hiçbirinin sanatını iyi bilmememe ve fazla ilgilenmememe rağmen, hepsi önde gelen sanatçılar. Fikirlerine (evet veya hayır) saygım var. Çünkü hepsi Türkiyede oturan , günlük konuları kendi açılarından değerlendirebilecek insanlar. Bir tanesi hariç; Nobel sonrası Türkiyeye veriştirmeyi marifet sayan ermeni konusunda bile bizi zora sokacak demeçler veren Orhan Pamuk isimli yazar. Kendisi New York kentinin aykırı dolar milyonerlerini oturduğu Upper West End muhitini kendine mekan seçmiş bulunmakta. Öyle olunca romantik bir aykırılık manşet kapar, ses getirir. Zaten esas olanda reklamdır. Roman satışları dışında Türkiye ve Türkler onu fazla ilgilendirmemektedir ayrıca Anayasa taslağının A'sını okumadığına eminim. Hiç bir romanını okumadım ama anladım ki adamlığının da pek sevilecek tarafı yok.
Yine bugünlerde magazin sayfalarında Türkbükü bitti manşetleri var. Eğer bundan iyi balık restoranları, temiz deniz kastediliyorsa, doğru. Ama bizde bu görgüsüzlük, bu gösteriş merakı olduğu sürece Türkbükü bitmez. Sonradan olmalar, baba parası yiyenler ve sözde ikoncanlar orayı bitittirmez. Dolayısıyla bu açıdan üzülenler rahat olsunlar, yukarıdaki değer ölçüleri!!! geçerli olduğu sürece Türkbükü dimdik ayakta kalır.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Gecen hafta

Fulyanın gelmesiyle başlayan hafta, tahmin ettiğim gibi çok güzel geçti. Perşembe, Zeyno' nun ilk yaş günü için sadece büyükanne ve büyükbabalar ile kutlama. Cuma günü Tanya ve Ersinlerde koca adam olmuş Aliş'i kucaklama ve sıkıştırma, Ersinin sürprizi sevgili dostum İlhanla yıllar sonra karşılaşma, güzel bir mangal eşliğinde bol gülmeli bol dedikodulu bir yemek.
Ama haftanın ana olayı Zeyno'nun kır doğum günü partisi idi. Filiz ona eksizsiz ama abartısız zarif bir parti hazırlamıştı. Rafine bir parti idi.
Benim için ayrı bir mutluluk'ta tüm Saran ailesinin tam kadro orada olması idi. Parti sahibi Zeyno, Filiz, AliSinan; Aliş, Alara, Ayşe, Tanya, Ersin; ve biz, Fulya ile ben. Çoktandır böyle beraber olmamıştık pek hoştu. Bir daha ne zaman olur bilemem ama ben sık olmasını isterim.
Velhasıl felekten güzel bir hafta çaldık. Bu sabah, Fulya yazlığa döndü bana'da tenis, futbol ve basketbol maçları ile müzik kaldı. Herkeze sevgi dolu kalabalık aile toplantıları ve iyi haftalar.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Bazan yarım asırı aşkın, en iyi arkadaşım Tayfur'u kıskanıyorum. İki tane kocaman kızı var. İkiside Avrupai güzel, mükemmel yüksek öğrenim gördüler ve mükemmel evlilikler yapıp, çoluk çocuğa karıştılar.
E bunda kıskanılacak ne var diyeceksiniz? Anlatayım; Haftanın beş günü ikisinden biri babalarının yanında. Bu sistem iki elleri kanda olsa bile değişmiyor. torunların biri geliyor, biri gidiyor. İşte bu faslı kıskanıp keşke birde kız çocuğum olsaydı diyorum. Malum erkekler evlendikten sonra çoğunlukla hanım köylü oluyorlar.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Bu hafta

Bu hafta çok güzel başladı. Pazartesi Fulya geldi, evdeki yalnızlık iş yaratmaya çalışmalar sona erdi. Keyifli sohbetler ve gülmeler başladı. Bu gün Zeyno'nun birinci yaş günü. bunu görmek bambaşka bir zevk,
Cuma günü yarı yeğen yarı torun Alişi görmeğe gideceğiz. Şimdilik ailenin bizlerden sonraki tek erkeği. Oda ayrı bir güzellik. Yani günaşırı keyif, zevk, eğlence, veya ne derseniz deyin.
Dolayısıyla bu hafta dış ve iç basın takibi ve üzülmece yok, karamsarlık yok.

13 Ağustos 2010 Cuma

Yazmayayım diyorum ama bir hafta dayandım, daha dayanamadım.
Kısacık yazayım siz karar verin. Kronoloji şöyle; terfii gelmiş gelmemiş bir dolu ordu mensubu tutuklanıyor, YAŞ başlıyor. YAŞ'ta anlaşmazlık krizi yaşanıyor, tutuklamalar kaldırılıyor. Hemen akabinde taraflar beyanlarıyla uzlaştıklarını bildiriyorlar.
Yemin ediyorum bizimle alay ediyorlar. İktidarda, orduda, yargıda, kurumlarda zekamızla alay alay ediyorlar.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Bugün kulübe eski arkadaşlardan biri geldi. Laf lafı açtı, rahmetli Ömer Akça'ya geldi. Eve geldikten sonra Ömer ve hatıralara daldım. '62 '63 senelerinde bizim yaşlarda pek araba kullanan ve pek trafik olmadığından, babalarımızın arabasını kullanırken karşılaşır ve pek sevişmezdik. Sonra tanıştırıldık ve ahbap değil arkadaş olduk. Hiç evlenmedi. Hep, ben bu kızları anlamıyorum, eğlenelim diyorum, onlar evlenelim anlıyor derdi.İnce uzun boylu, çok zarif giyinen biriydi. Tam bir kötü zaman dostuydu. Hani kuruşunu bozdurur duruşunu bozdurmaz denen mert biriydi. Hayatımdaki en önemli iki kadınıda bana tanıştıran oydu. Biri kuzeni karım Fulya ki beraberliğimizi önceleri ona söylememiştik, diğeri oğlumun annesi. Annesine çok düşkün, fevkalade güzel yemek yapıp misafir ağırlayan biri idi. Ömer'i uzun anlatsam fıkra ve espri dolu bir roman olur, ama oda maalesef iyiler erken ölür kaidesini bozamadı ve genç yaşta yaşadığı gibi tertemiz öldü.

Şundan bundan

Ramazan geldi. Bu zamanlar hep düşünmüşümdür, niye ben ortadayım; dinime bağlıyım ama çoğu vecibelerini yerine getirmem. Yinede birkaç gün oruç tutarım. Ticani olmayan ve tüm vecibelerini yerine getirenlere saygı duyar, hatta gıpta ederim. Anlıyorum ki, bu benim aile yapımdan. Babaannem, aile icabı tam bir saraylı idi. Obir yere girince herkes ayağa kalkar, o ise birileri geldiğinde sadece öpülmek üzere elini uzatırdı. Köşkte çoğu ramazan geceleri mahalleye iftar verilirdi. Tam bir müslüman Atatürkçü idi. Fevkalade ud çalardı.
Öte yandan anneannem yaşamı icabı, tam bir Avrupalı idi. Fiziği, giyimi, hayat tarzı ışıl ışıldı. İlk profesyonel kadın gazetecilerden biriydi. Oruç tutup tutmadığını pek hatırlamıyorum ama öyle iftar yemekleri filan vermezdi ama fevkalade dans eder ve piyano çalardı. Söylemek istediğim, Ramazan geceleri ikisi( anne ve babaannem ) birlikte Türk sanat müziği çalmak demek az gelir, resitalleri verirlerdi.
Sonraki nesil, yani annem ve babam gerçek modern müslüman idiler. Gençliklerinde Oruç tutarlar, beş vakit olmasada, annem adını bilmediğim bazı namazları kılardı. İftar sofraları düzenlenir, eniştemin rakı içmesi yadırganmazdı. Sonra yaşlanıp hastalıklarla boğuşmaya başladıklarında tabii ki bu dini ritüeller aksadı.
Herhalde ben böyle çok yönlü bir aileden geldiğim için ortadayım. Zannetmeyin ki şikayetim var aksine herkezi anlayıp hoşgörülü olmak hoşuma gidiyor.

WOODSTOCK
Ağustos ayları hep bana Woodstock festivalini hatırlatır. 1969 yılında yapılan bu festival bir yerde bir jenerasyon başkaldırısı, baskıya karşı başkaldırı idi. Orada, 400 bini aşan insan, muhteşem konserler izledi. Tabii o zamanlar teknoloji bu kadar ileri olmadığından önce binbir güçlükle doldurma kasetini, sonrada orijinal LP'sini edinmiştim. Hernekadar LP'deki bütün sanatçıları sevmesemde, o zamanlar o LP'ye sahibolmak adeta bir ayrıcalıktı.
Kaybettiğime belkide en üzüldüğüm plaktır. Neyse orada çalanlar arasında, hatırladığım kadarıyla, Blood Sweat and Tears, Joe Cocker, Carlos Santana, Jimi Hedrix, The Who, The Jefferson Airplane, Joan Baez v.s. vardı. Adeta bir gençlik çağı değişimiydi.

8 Ağustos 2010 Pazar

Nolacak bu Fenerin hali!

Ben Leftere yetiştim, Basri ağabey ile beraber oldum. Ercan ile birlikte Can Bartu ile araba muhabbetleri yaptık. Lefter, basri, Can doğma büyüme fenerlidirler. Rahmetli babamın arkadaşı küçük Fikreti sayamıyorum çünkü beraberliğim olmamıştır.
Şimdi gelelim Aykut Kocamana, sadece 8 senelik Fenerli. Oğuz ile birlikte takımda Sakarya hizip'inin bir parçası. Ali Şen'in en doğru hareketlerinden biri onları göndermek. Teknik Direktörlükte hiç bir başarısı yok. Zaten herne hikmetse FB hariç isteyende yok. Geçen sene hilkat garibesi bir Gn. Mng.'lik vasfıyla, her ne kadar pek sevmesemde, Daum'u çeşitli ayak oyunlarıyla yedikten sonra FB teknik direktörlüğüne geldi. Şimdi ilk hedefi futbol kültürü, bilgisi, görgüsü çok fazla olan Alex De Souza' yemek. Alex şu anda Aykuttan sadece iki yıl daha eksik Fenerli. 2004 yılında geldi, hizipçi Aykut yemezse, Fenere gelmiş geçmiş en faydalı futbolcu olmaya devam edecek. Aykut'un başarılı olma şansı, eğer A. Yıldırım kesenin ağzını açmazsa, hele Lugano arızaya gelirse sıfır. Rıdvan Dilmen gibi futbol zekası Aykut'tan katbekat üstün birinin başarısız olmadan FB'den gönderildiğini düşünürsek, Şu anda bile Young Boys rezaletinden sonra Aykut'a arka çıkmak tuhaftır.
FB seyircisi ikinci hafta Trabzonspor faciasından (büyük ihtimal) sonra gereğini yapacaktır ama ben şimdiden bu şartlar altında 66 senelik FB'liliğimi donduruyorum.

6 Ağustos 2010 Cuma

Bugün sondur. Bütün yerli, bir kısım yabancı yayınları takibimin son günüdür. Artık gazetelerin önce spor, sonra magazin ve en sonundada günlük haberlerine şöyle bir gözatacağım okadar. Zira okudukça insan zaten iyi olmayan durumu kendi kendine komplo teorileriyle süslüyor ve benim gibi tepkisiz  insanı bile paranoyak bir hale getiriyor.

Buyrun;
YAŞ'ta son durum 1977 Demirel hükümetindeki durumu çok hatırlatıyor. O durum ki emekliliğini bekleyen Evren paşanın önce KKK sonra Genel Kurmay Bşk. olmasını sağlamıştı. Dahası o zaman olduğu gibi bu 30 Ağustos'u da komutansız geçirebiliriz.
Komplo teorisi ve paranoya dedik ya; gelelim dışarıya. Dün KUDO, bugün başka bir teori.
Son günlerde en fazla PKK hareketi hangi bölgelerde görülüyor? Akdeniz ve Karadeniz. Her iki bölgenin ortak yanı ne? Herikisinin denizlerinde muazzam doğal gaz kaynakları var. Karadeniz biliniyordu ama yeni bulgular, Doğu Akdenizde Lübnan ve Gazze açıklarında büyük rezervler olduğunu gösteriyor. Bu durum başta ABD ve diğer güçlerin iştahlarını kabartıyor. Ayrıca yalnız rezerv değil petrol ve doğalgaz geçiş yolları olması açısındanda çok önemli olan Karadenizde istediği gibi at oynatamamak ABD'yi kızdırıyor. Türkiye ise çıkarlarına daha uygun olan Rusya ile yakın safta.
Gelelim Akdenize; Yahudı lobisi ABD'yi İran'ı bir an önce vurma konusunda sıkıştırıyor. Bu arada Ahmedinejad, ellerinde İranın 3 ay içerisinde vurulacağına dair bilgiler olduğunu söylüyor.
Peki bu gerçekleşirse İsrail katılmayacak mı? Katılırsa hava sahamız onlara kapalı ve o yoldan geçme zorunluluğu varsa ne olacak?????

Belki yarın son bir aydır süren konfederasyon kavgaları ile bir iki şey söylerim, ama ondan sonra tövbe! GelsinDünya Basketbol şampiyonası, gitsin Aykut kocaman ve cidden FB'nin hali. Bunlar yetmezse tek içki eşliğinde müzikle ruh dinlendirmece.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Dünden devam

Bu şirket (KUDO)  igal öncesi Irakta iş yapmakla ve gizli eğitim kampları kurmasıyla gündeme gelmiştir.Aynı zamanda işkenceli sorgularıyla gündeme gelen ABD özel güvenlik şirketi Dilligence ilede ilişkidedir..An ladığım kadarıyla şirket İsviçre kayıtlı İsrail'de mukim. Barzani ile bağlantıları ise eski Alman istihbarat şefi Berndt Schıdbauer. İlgili başka önemli isimde, CIA'nın eski yetkilisi, aşırı israil yanlısı Woolsey.  Michaels'in Türkiye bağlantıları, adres ve telefonları var. Bu arada yine U Talu bilgisi 2006 BBC kaynaklı haberde, röpörtaj yapılan bir İsrailli asker Türkiyeden Irak'a pasaportsuz geçirildiklerini söylüyor. Geçiren kim meçhul.Şimdi, isimde manidar, Dört Yolda Amerika İsrail Barzani ile Türkiye karşılaşıyor.
Ben PKK, Barzani, Kuzey Irak sürecinin Amerikalı radikaller ve Yahudi lobisi tarafından Amerikan askerinin Irak yolu olarak Anadoluyu kullanamaması bahanesiyle başlatıldığına inanıyorum. Eğer bu bilgiler detaylandırılır ve kesinleşirse, birilerinin taşeron değil yardımcı başrole soyunduğu görülebilir.
Onu okuyup bu bilgilere ulaştığım için Umur Talu'ya teşekkürler. 

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Nereden nereye

Baldır adalem bir gün tenis oynayıp bir hafta oynama izin vermediği için hayatımda önceliğim olmayan politikaya merak sardım. Bugünde genç kulüp arkadaşlarımın sabahın bir saatinde telefonlar edip, abi değil tenis kulübe bile gidilmez deyince anladım. Kibarcana yaşlı ve kalp problemi olanlar sokağa çıkmasın diyorlar. Onlarla bu konuyu görüşeceğim, ama bir yere çıkmayınca merak ettiğim Mavi Marmara, İskenderun, İnegöl, Dörtyolu biraz araştırayım dedim.
Bütün yakınlarım bilir; yahudileri pek sevmem ama araplara sevgisizliğimde onlardan çok az değildir. Ama bazı bilgiler komplo teorileri olabilsede incelemeye değer.
Umur Talu'nun yazdığı gibi, ABD'nin muhafazakar sitesi WorldNetDaily İskenderun ile ilgili KUDO'ya atıf yaptı KUDO açılımı, Kurdistan Development Organisation. Kurucusu bir Kürt değil, Shlomi Michaels ve ortağı eski mossad şefi Dany Yatom. Barzani ailesinin de KUDO ile Türk müteahhitlerinin inşa ettiği Erbil havaalanı ihalelerinden %20 (60 milyon dolar)lık bir anlaşma yaptığı KUDO'nun bir ortağına dayanılarak söyleniyor.
Bunları yazarken biryandanda müzik dinliyordum. bunları yazmaya L cohen'in DEAR HEATHER albümünün sonuna kadar devam edebildim. Ama Tom Waits'in Small Change'si bitip Burma Shave'si başladığında bütün önce yazdıklarım manasız geldi.
Şİmdi sadede gelelim; eğer dinlemedinizse Cohen'in bildiğim kadarıyla son albümü olan Dear Heather'den Villanelle For Our Time ve ToA Teacher parcalarını dinleyin. Ayrıca Tom Waits'den Tom Traubert's Blues'i muhakkak dinleyin. Esas adı Waltzing Matilda bu kadar değişik söylenebilir mi? Bu arada bu manyak müzik Fulyaya seneler önce enteresan gelmemi sağlayan müziktir.
Unuttum zannetmeyin, yukarıdaki konuya müzikten fırsat bulursak devam edeceğiz.
Eyvah Blue Valentines başladı. Bu gidişle çoktandır ilk defa müzikle içki olmamasına rağmen sabahlayacağız.

Anılar

Dün gece bir şeyler okumak için kütüphaneyi karıştırırken, ne zamandır bakmadığım "the centenary encyclopedia of automobiles" gözüme takıldı. Şöyle bir bakayım dedim ve tabii hatıralar canlandı. Amcamın Ford Consul'u, babaannemin '51 model Buick Super Eight ve daha sonra hızından dolayı çok sevdiğim '53 Oldsmobile 88'i. Daha sonra ilk arabam olan '54 jaguar XK 140. Le Mans 24 saat kazanmış tam bir spor araba idi. Hala sattığıma pişmanımdır.
Ama bütün bunlar arasında benim için çok özel yeri olan ve hiç unutmadığım bir otomobil var; ilk kullandığım babamın arabası, Citroen 7CV. CV cheveu vapour yani buhar beygir gücü manasına geliyor. Dünyada devrilmeyen araba olarak şöhret yapmıştı ve bizimkininde Anadolu yakası kızları arasında epey şöhreti vardı. Şimdi olmayan Bağdat caddesi Göztepe ışıklarındaki, Sami abi'nin Türk Petrolundan 250 Krş.lik (benzinin litresi 25 Krş idi) benzin alır, kendimizi gidiş geliş olan Bağdat caddesinin sakin, asude yollarına atardık.
Hiç unutmadığım birşeyde, kızlı erkekli 7 kişi Şileye denize gitmemizdir.
Sadece genç olmak için değil , ama o günlerin Kadıköyünü yaşamak için neler vermezdim bilemessiniz.

3 Ağustos 2010 Salı

2004 te çekilmiş olan Fahrenheit 9/11 filmini şimdiye kadar önemseyip seyretmediğim için pişmanım. Film Amerikanın Irak savaşının gerçeklerini gösteren bir dokümanter. Öyle bir dokümanter ki işin iç yüzünü, büyük şirket CEO larının onca kayıplara ve yerel halk sefaletine rağmen edilecek karlar dolayısıyla verdikleri keyifli beyanatları, ve Bush'un elit tabir ettiği zenginlerle düzenlediği finans yemeklerini yorumsuz gözler önüne seriyor.
Film Digitürk'te oynuyor seyretmediyseniz lütfen seyredin. Hele son 15 dakikası bizi hatırlatan bir ibret vesikası. Yapımcı Amerikan senatosunun 535 üyesinden sadece birinin çocuğunun Irakta olduğunu öğrendikten sonra, senatörlere ordunun tanıtım/reklam broşürlerini vermeye çalışması ve aldığı reaksiyonlar görmeğe değer. Askere gönüllü gidenlerin sosyal durumu ve imkansızlıktan gönüllü oluşları bana yaşam yerleri, durumları ve Amerikalılıkları açısından orta okuldaki orta Amerikalı hocalarımı hatırlattı. Şimdi onları daha çok sevdim. Onlarda bizim gibi milliyetçiydiler.

1 Ağustos 2010 Pazar

Pazar

Dün klüpte benimle ilgili bir anektodu anlattılar. Arkadaşlar otururken, genççe bir hanım sormuş; yahu demiş, Basri bey yaşlı başlı adam ama hepiniz onun etrafına toplanıyorsunuz, çiftlerde takımları o düzenliyor, kimle isterse oynuyor filan demiş. Orada bulunan 55 yaşlarındaki sporcu çok sevdiğim bir kardeşim cevabı şu fıkra ile vermiş.

Hanımın biri papağan almak için dükkana girmiş. Çok güzel çok parlak tüylü bir papağan istiyorum demiş. beğendiği birinin fiyatını sormuş, 1000TL, başka birtane 3000TL diğeri, 5000TL en sonunda kenarda mat tüylü yaşlı bir papağan görünce peki bu kaç para demiş. Dükkan sahibi 30000TL deyince şaşırmış ve onca güzel kuş yanında bunun fiyatı niye böyle demiş. Dükkan sahibi şu cevabı vermiş; Hanımefendi görünüşü bilmem ama bütün papağanlar o ne derse yapıyorlar demiş.

Duyunca önce ben okadar yaşlımı gözüküyorum diye küfür edecekken sonra gururum okşandı.

İnsan emekli de olsa eski alışkanlık, Pazar miskinlik günü. Sabah bir tomar ilacımı aldıktan sonra kahvaltı edip gazetelere göz gezdirdim. Pazar gazeteleri en sevdiklerim, zira gazetelerde Pazarları biraz daha gevşek, daha ılıman oluyorlar.(En azından benim okuduklarım) Eli kılıçlı köşe yazarları bile biraz insani, biraz laylaylom yazılar yazıyorlar. Bugün beni çok gururlandıran, bir Türk ve Türk asıllı kız sporcumuzun 110 engellide Avrupa şampiyonu olması oldu. Arada, bunca karanlık gündem arasında, böyle şeyler insanın içini aydınlatıyor.

Sevgili sapık köşe yazarım Serdar Turgut' tan bir site öğrendim. http://www.deathclock.com/. Büyük ihtimal benim dışımda herkes biliyordur ama işin özü şu; siteye girip yaş ve diğer alışkanlık, bedensel bilgilerinizi veriyorsunuz, site size ölüm tarihinizi ve kaç saniye ömrünüz kaldığını söylüyor. Hiç bir ilmi değeri olmasada insanın ekranda azalan saniyelerini seyretmesi ilginç.

Şimdilik herkese uzuuuuun saniyeler.